Ankara'dan 16 Nisan günü 'Kardeşlik Yürüyüşü' başlatan bağımsız cumhurbaşkanı aday adayı Tuna Bekleviç, 27 günde Diyarbakır'a ulaştı. Bugün öğlen saatlerinde kente ulaşan Bekleviç, bir alışveriş merkezi önünde bir grup tarafından karşılandı. Burada kendisini karşılayanlarla bir süre görüşen Bekleviç, Ankara'dan Diyarbakır'a 1058 kilometre yürüdüğünü ifade ederek, yürüyüşün içeriğinin şiddetsiz olduğunu söyledi.
Yürüyüşte eşitlik, kardeşlik, barış olduğunu anlatan Bekleviç, "Bu hiçbir siyasi partinin, sivil toplum kuruluşunun yürüyüşü değildi. İçinde barış olan her kesimin yürüyüşüydü. Buraya kadar çok güzel geldik. Daha çok kucaklaşmamız olacaktır. Bir Edirneli olarak bu yolculuğu yaptım. Ben bin kilometreyi kardeşlik, barış için yürüdüm. Ben tüm Kürt halkı için yürüdüm" diye konuştu.
Bekleviç, açıklamasının ardından Sur ilçesindeki Dört Ayaklı Minare'ye hareket etti. Bekleviç, aşırı yağış altında yaklaşık 7 kilometre yürüyerek, ulaştığı Dört Ayaklı Minare'de yürüyüşünü tamamladı. Yürüyüş boyunca bazı vatandaşlar, Bekleviç'e yaptığı eylemden ötürü desteklerini illeti.
"YÜRÜYEREK GELDİM, BULUTLARIN ÜZERİNDE GİDİYORUM"
Tuna Bekleviç, bugün yaşananlar ile ilgili aşağıdaki mektubu paylaştı: Bu muhteşem şehirden “şimdilik” ayrılıyorum. Fakat Kürt mücadelesine katkı vermeye devam edeceğim. “Nokta” koymuyorum; sadece bir “virgül” bırakıyorum. Gerçek dostlarımın hakiki “dayanışması” için tüm kalbimle teşekkür ediyorum.
27 gün süren yürüyüşümüz boyunca çok güzel yüreklerle tanıştım. Sağol güzel Diyarbakır! Gerçek ve hakiki halkınla unutulmazsın!
Bu sabah polis engeli ile karşılaştığımızda Diyarbakır halkı için üzüldüm. “Allahım inşallah beni kimse karşılamaz” dedim. Kürtlerin “hayal kırıklıklarını” düşündüm. Ben “umut” getirmek için 1.058 km adımladım. Ben de mi umutsuzluk getirdim diye kahroluyordum. Bin kilometre gelmiş ayaklarım geri geri gidiyordu. Adımlarım acı veriyordu.
Polis engeli nedeniyle yedi kilometre, tek başıma, yürüyerek Saat 12:15 civarında karşılama noktasına ulaştım. İnanılmaz bir yağmur vardı. Gökkubbe sanki delinmiş tüm bereketi ile bize “merhaba” diyordu. Asıl “acıyı” orada yaşadım. Çünkü bize merhaba diyen tek şey “su damlaları” değildi.
Yüzlerce siyah, kahverengi, masmavi ve yemyeşil gözler bana bakıyordu. Türkü ve Kürdü ile, Sünni veya Alevisi ile, Erkeği ve Kadını ile sanki vatanın en güzel yürekleri oraya gelmişti. Ah o gözler. Yaşanmışlık, acı ve hayal kırıklıkları göz kapaklarına yansısa bile halkın göz bebeklerindeki “umut” pırıl pırıldı.
Müthiş bir kalabalık beni “alkışlarla” karşılıyordu. Yaklaştıkça bana koşan ve sarılan yürekler vardı. Nasıl bir duygu olduğunu anlatamam. Bir toplum nasıl barışa bu kadar aç bırakılabilirdi. Bu nasıl bir zalimlikti. Hiç tanımadığım yüzlerce insan o yağmurun altında beni bekliyordu. Birlikte adımlamak için sabırsızlanıyorlardı.
Açıklama yapamadım. Kelimeler boğazımda düğümlendi. “Üzülmeyin” diyebildim. “Tek başıma devam etmek zorundayım. Fakat her adımım Kürt halkı içindir. Her adımım sizin güzel yürekleriniz içindir. Barış için geldik; çatışmayalım. Barış içerisinde bitirelim. Mücadeleye “nokta” koymuyorum sadece bir “virgül” bırakıyorum” dedim.
Dört Ayaklı Minareye doğru yürüyüşüme devam ederken, halk ve gazeteciler “barış günlerinde” Cennet Sur’da koşuşturan “yaramaz çocuklar” gibiydi. Bir o sokaktan giriyor bir diğer sokaktan çıkıyordu. Beni tekliğe mahkum edenlere inat tüm çeşitliliği ile Sur bizimdir diyorlardı. O küçük yaramazlıklar yapan koca koca adamlar ve kadınlar sayesinde tekrar gülümsedim!
Dört Ayaklı Minare’ye vardığımda Sur’un tarihi beni kucakladı. Tahir Elçi’nin güzelliği, umutları ve hayalleri beni karşıladı. Son adımlarımda hep onu düşündüm. O sıcacık gülümsemesini ve Sur’a olan hakiki sevdasını... Ah be güzel adam çok özledik biz seni... Seni unutmayacağız ve unutturmayacağız!
Bugün şunu anladım. Bu Devlet bugün de uzattığımız barış elini geri itti. Bir Türk olarak bu vatanın her karışında 1.058 km yürümemize izin verirken; o Edirnelinin yanında Kürtlerin tek bir adım bile atmasına müsaade etmedi.
“Hemen barış” için ne güzel bir fırsattı. Korkutmak istedi. Çaresizce engelledi. Zalimlikten korkup havlu atacağımızı düşündü. Biz büyüğüz sen ise tek başınasın demek istedi. Fakat ben bugün barışa aç umuda tutkulu bir halkı yanıbaşımda hatta tam yüreğimde hissettim.
Gidiyorum Diyarbakır. Yürüyerek geldim. Bulutların üzerinde gidiyorum. Havadan sana bakıyorum. Ne güzelsin! Pamuk tarlaları gibi bulutlara baktıkça bir Kürdü anlıyorum. İşte “kimliğini” kaybetmeyen bir Kürt için Diyarbakır’da özgür olduğun tek yer bulutların üstü veya rüyalarındır.
Söz sana kadim şehir! Ben sana “ihanet” etmeyeceğim. Özgürlüğüne aşık Diyarbakır. Kendimi bulduğum Diyarbakır. Tekrar sana kavuşacağım güne kadar hoşçakal güzel Diyarbakır!
Tuna Bekleviç / 12 Mayıs 2018