2 bin kilometrelik bir demiryolu... Memleketin bir ucunu ötekine bağlıyor. Durakları Ankara, Kırıkkale, Kayseri, Sivas, Erzincan, Erzurum ve Kars...Aslında bu hat 70 yıldır var. Ta 1949’dan beri! Ama nedense son iki yıldır patlama yaptı. Kış aylarında bilet, yataklı vagon bulmak neredeyse imkânsız. Gerçi esas hikâye bu değil.
Haber: Çınar Oskay
Fotoğraflar: Sebati Karakurt ve Levent Kulu
Doğu Ekspresi: Doktor Jivago'la Arzu Film Arasında Bir Yolculuk
Doğu Ekspresi bir akım, özellikle sosyal medyada. Belli bir fotoğraf tarzı, şarkı repertuvarı hatta dekorasyon modası bile var! Vagonlar LED ışıklar, Kemal Sunal, Adile Naşit posterleriyle süsleniyor. Fotoğraflarda OT, Tuhaf dergileri göze çarpıyor. Bu görüntüler tanıdık. Arzu Film nostaljisiyle Y kuşağını birleştiren bir dünya... Doğu Ekspresi yolcuları, özledikleri hayatı Anadolu’nun tren yollarında, Instagram fotoğraflarında yaşatıyor sanki.
Buyurun bizim vagona, bu fenomene yakından bakalım.
Doğu Ekspresi artık Ankara’dan kalkıyor.
Çünkü İstanbul-Ankara arası hızlı tren yapıldı.
Biz Pendik’ten bindik.
Hızlı ve rahat ama zırt pırt durduğu için dört saat sürüyor yine.
Doğu Ekspresi kafası asla bu trende başlamıyor.
Neden mi?
Mesela tren televizyonu...
Otomobilleri paramparça eden hurda öğütme makineleri, dev vinçlerle oynanan futbol videoları...
Sonra şüpheli insan sahneleri ve ‘Alo 140 ihbar hattı’ tanıtımı...
Belki 40 kere döndü aynı görüntüler.
Ne kadar faydalı bir yayın...
Memlekette normal tek bir kişi kalmasın!
250 kilometreyle giden tren, Osmangazi Köprüsü’nün yanında yavaşlıyor.
Hiçbir zaman sevmedim ömür törpüsü Yalova yolunu...
İyi olmuş köprü...
Acil çıkış nerede?
Sonunda Ankara’ya varıyoruz.
Ah, memleketim...
Bozkırın kokusunu içime çekiyorum... İçim kıpır kıpır!
Desem de inanmayın.
Ankara romantik bir seyahat durağı değil.
Ama insanı da yemeği de her zaman güzeldir.
Ulus’taki Uludağ Kebapçısı’nda, muazzam bir ‘İskender’ yiyip market alışverişine çıkıyoruz.
Trende buzdolabı var.
Gurme sandviç en akıllı seçim.
Biz salam, jambon, dil, peynir ve siyah çavdarlı Alman ekmeğine yüklendik.
Yanında da iklime uygun Rus votkasına...
Bu yolun bir ucu da Rusya...
Zaten bu yolculukta kendimi Rusya’ya gittiğime inandırıp ‘Doktor Jivago’ tribine girmeye kararlıyım.
Kara treniyle ortalığı titreten ‘Bolşevik Komutanı Strelnikov’ gibi bir-iki yerde halkı selamlayasım bile geldi!
Sıcacık bir ortam
Görevliler nazik, güleryüzlü, güngörmüş insanlar...
Bunun ne kadar önemli olduğunu anlatamam.
Zaten herkes saatli bomba gibi, trene psikoterapi niyetine geliyor. Bir de vagonda kutuplaşmaya gerek yok.
Trende yolcular kendi âleminde.
Gece odalarda toplanılıyor.
İçki servisi yok. Ama içene karışan da...
Kompartımana üç-beş kişi doluşunca müthiş samimi, dostça bir ortam doğuyor.
Koridorda yolcular birbirine gülümsüyor, yol veriyor, fotoğraf çekiyor, şarkı söylüyor.
Saatler geçtikçe bizi yoran birçok şey geride kalıyor.
Trenin ninni gibi sesi, birbirini hırpalamayan, aksine seven, güvenen insanlar...
Ranzaya kıvrılıp çocukluğumdaki gibi huzur dolu bir uykuya dalıyorum.
Ay ışığının altında süzülen Doğu Ekspresi belki de çok özlediğimiz ‘o ülke’...
Başka bir gezegen
Pırıl pırıl bir gün! Güzel de uyudum.
Yastıklar, çarşaflar tertemizdi, çok şükür.
Pencereden izlediğim cennet, bugüne kadar hep otoyollarda zihnime resmettiğim Türkiye’ye hiç benzemiyor.
Tren yolu nehir yatağını izliyor.
Sarı-mavi-yeşil her yer...
Ağaçların kuru dalları güneşten kıpkırmızı olmuş, üzerlerinde buz taneleri ışıldıyor.
Öyle manzaralar çıkıyor ki bazen heyecandan ayağa fırlayıp cama yapışıyorum.
Mesela Kemah civarında her birinde sayısız kuş yuvası olan binlerce ağacı gördüğümde aklımı oynatacağım sandım!
Erzurum’a iki saat kala farklı bir gezegene adım atıyoruz sanki.
Her yer bembeyaz!
Dörtnala gelip Uzak Asya’dan Anadolu’da bir kısrak başı gibi uzanan memleketimin Asya kapısındayız.
Tatar, Çerkes, Ermeni, Gürcü, Azeri, Rus birçok kavmin ortak vatanı Kafkasya’nın ucu görünüyor.
Bembeyaz ovalar, karlı dağlar...
Zihnim Gogol’un, Tolstoy’un romanlarına kayıyor.
Bu sertliğin içinden incelikler çıkarma konusunda -itiraf etmek gerekir ki- kimse Rusların eline su dökemez.
Çıldır Gölü'ndeki cirit alanı ‘Game of Thrones’ setini andırıyor
Kim demiş Kars’ta gece hayat yok diye!
Kars’a vardığınızda bunu hissediyorsunuz: Memleketimin hiçbir şehrine benzemiyor.
Çünkü 1878-1918 arası 40 yıl Rusların elinde kalmış.
Göz kamaştıran binalar, caddelerdeki ızgara sistemi çardan yadigâr!
Izgara sisteminde caddeler dümdüz bir çizgi üzerinde ilerliyor, diğer caddeleri de 90 derece kesiyor. Santim sapmadan.
Türk müteahhitler 100 yıl önce yapılan bu sistemi devam ettirememiş. Yeni sokaklar karman çorman.
Kars’ta sık duyduğum bir şaka: Şu Ruslar gelse de şehrin bakımını yapsak!
Şehre gece 10.30 gibi varıyoruz.
Bir şeyler yeme içme isteğimize “Bu saatte her yer kapalıdır ve içki yasak” cevabını alıyoruz.
Yok artık, İran’a mı geldik!
Buna inanmıyor ve şehir merkezine gitmelerini rica ediyorum.
Sıcak şarap masanın altında
Işıkları açık ilk yerin önünde haykırıyorum “Dur!” diye.
Mekânın adı Cafe Puşkin!
‘Savaş ve Barış’tan bir sahne...
Ortada soba, kaz ve bulgur pilavı dolu masalar...
Arka bahçede, varilde ateş yanıyor, etrafında akordeon eşliğinde insanlar dans ediyor.
Burada galiba sıcak şarap var ama bir türlü gelmiyor.
Yasak değil ama zamanın ruhu böyle gerektiriyor.
Masaların altında, kahve fincanlarında saklayarak içiyorlar çoğu yerde.
Kent merkezindeki Şehir Kulübü’ne geçiyoruz.
Karakterli bir yer, yemekler de harika.
Önce ‘evelik çorbası’, ardından ‘hangel’ yani yaprak mantı... Üzerine de kaz...
Yanında nefis Gürcü şarabı...
İçki servisini açıkça yapan iki-üç yerden biri.
“Kars’ta hayat yok” diyerek bizi erkenden yatağa götürebileceğini sanan mihmandar arkadaşlarımızdan tatlı bir intikam alıyoruz o gece.
Turizm patlaması kalıcı olabilir
Sabah, Serhat Kalkınma Ajansı SERKA’nın Başkanı Hüsnü Kapu’yla şehir turu yapıyoruz.
Harika bir Avrupa Birliği projesi hazırlamışlar, Ordu Caddesi’ni AB fonlarıyla baştan aşağı yenileyecekler.
Rus yapımı muhteşem binalara bakıyorum...
Bir de bizimkilere...
İçim sıkışıyor.
Nedir bizden farkları?
Ruslar da bu belalı coğrafyada, biz de...
Onlar da Doğu-Batı arasında kalmış, bize çok benzeyen bir toplum... Zorbalık, bağnazlık, şiddet; âlâsı var!
Peki İtalyan, Fransız inceliğinde binaları, sarayları nasıl inşa etmişler?
Hem de Roma’da, Floransa’da değil!
Sarıkamış’ın tepesindeki Katerina Köşkü’nü görseniz, rüya sanırsınız.
Bu bölgedeki turizm patlamasında, -açık konuşalım- Rus izlerinin etkisi büyük...
Güzel haber şu: Artık Türkiye bu hazinenin değerini fark etmiş ve ileri taşıyor gibi.
Âşık atışmaları, ciritçiler, enfes restoranlar, mert, samimi insanlar...
Kars, tarihi mirasını taşıyacak insan kalitesine sahip.
Birçok kişide bu gururu, misyon duygusunu gördüm.
Masa altından gizlice şarap içmek gibi tuhaflıkları da geride bırakabilirlerse turizm patlaması kalıcı olabilir.
Ve inanın, Kars kış mevsiminin Bodrum’u olur.
İki genç Karslı. Avukat Merve Ergün ve bilgisayar mühendisi Nimet Üre.
Mis gibi drone’umuzu kim, neden düşürdü?
Sebati Karakurt, Çıldır Gölü’nün güzelliklerini çekmek için ‘drone’unu havalandırdı.
Sonra drone birdenbire düştü ve kayboldu.
Dakikalarca aradıktan sonra bir kenarda bulduk, paramparça olmuş.
Meğer bir bakanın eşi, gölü ziyarete gelmiş.
Güvenliğin açtığı ‘jammer’ cihazı, drone’u düşürmüş.
Binlerce lira zarar... İptal edilen çekimler...
Valilikten iznimiz de vardı.
“Gidip bir şey söylesek mi” diye bir düşünüyor, sonra hep bir ağızdan “Boş ver” diyoruz.
Nuran Özyılmaz (Kars Kaz Evi’nin sahibi): İstanbul benim şehrime gelsin, ben gitmiyorum!
* En son 2011’de gelmiştim, o zaman biraz daha küçüktü restoranınız. Ama gözünüzde o ışığı görmüştüm, bu işi büyüteceğiniz belliydi. Şimdi Kars bambaşka bir şehir olmuş.
- Turizmde patlama yaşandı. Sosyal medya treni uçurdu.
* Kaz işi nasıl gidiyor?
- Bizim geleneksel bir yemeğimizdir. Çoğu Karslının da bilmediği bir şeydir. Bazı köylerde pişirilirdi. Ben bunu ticarete dönüştürdüm.
Şehrin nüfusundan daha yüksek sayıda misafir
* Galiba kadınları da cesaretlendirdiniz...
- En başta kadınlarla başladım. Çünkü kazı yetiştiren kadın emeğidir. Kaz kadınındır. Kümesinde kadın besler. Karşısında bir kadın girişimci, işkadını bulduğu için eşinin de sesi çıkmıyor.
* “Artık yetişemiyoruz, sağdan soldan almak gerekiyor” diyenler var. Afyon’dan vesaire...
- Nereden alınırsa alınsın kaz aynıdır. Mühim olan bir merkezin onu işlemesidir. Ben 2008’de Kars Kaz Evi’ni kurduğumda, buradaki kaz potansiyelini harekete geçirdim. Şimdi de diyorum ki Türkiye’deki potansiyeli harekete geçirelim. Türkiye’nin her yerindeki kazcılık doğaldır, entegre değildir.
* Çiftliklerde üretim yok mu henüz?
- Yok. Her yerden aynı kalitede geliyor. Kaz, soğuk ve yüksek yerlerde beslenir. Afyon öyle bir yer. Eskişehir’de de var böyle yerler. Çorum’da da, Samsun’da da kazcılık vardır.
* Kaz ciğeri yapılmıyor mu Türkiye’de?
- Bizim kazlarımız ciğer yapımı için özel beslenmiyor. En doğal ortamda besleniyorlar, bu yüzden ciğeri, tavuk ciğerinden az büyüktür. Bu yıl ilk defa mönümüze koyabildik. İmece usulü temizlendiği için köylü o gün ciğeri tüketir. Burayı açtığımda, müşterilerim bana “Avrupa’da kaz ciğeri yedik” diyorlardı, ben biraz eziliyordum. Sonra Amerika’da, İspanya’da, Polonya’da, Macaristan’da kaz yedim. Ve döndüğümde onlara, “Siz hasta kaz yemişsiniz” dedim. Çünkü onlar entegre olmuş. Bizdeki tavukçuluk gibi. Ne rengi ne lezzeti bizimkine benziyor. Dünyanın organik peşinde olduğu şu dönemde biz Kars’ta en doğal kazı sunuyoruz.
* Yedi-sekiz sene önce size “İstanbul’a gitsenize, orada da bir dükkân açın. Burası harika olmuş” demiştim. Gitmemişsiniz, açmamışsınız... Neden?
- Kars nüfusundan daha yüksek sayıda misafir ağırlıyorum burada. Bunun bir etkisi var tabii. Burada kalmak daha akıllıcaydı. Büyük gazeteciler, yazarlar “İstanbul şubesi açmayı düşünmüyor musunuz” diye sordu. Ben onlara “İstanbul benim şehrime, benim ayağıma gelsin! Ben gitmiyorum” dedim.
Kars Kafkas Halk Dansları ekibiyle, Ani'deyiz...
Ali İhsan Alınak (Şehir Kulübü’nün sahibi, mimar): Kenti var eden en değerli şey, yüreğimizin sıcaklığıdır
* Ali Hocam, arkadaş termometreye baktı geldi, “Bir şey yok, eksi 14 derece sadece” dedi...
- Kars’ta üşümek aslında keyifli bir acı. Üşümemek gibi bir durum biraz absürt kalıyor.
* Ateş yakmak bir gelenek mi sizde?
- Kesinlikle öyle, bir gelenek. Aslında ateşe ihtiyacımız yok. Kenti var eden en değerli şey, yüreğimizin sıcaklığıdır.
* Nereden geliyor bu yüreğinizin sıcaklığı?
- Bu coğrafyanın insanları Kafkasyalıdır. Kafkasyalılar merttir, yiğittir. Moderniteyi Anadolu’dan belki 100 yıl önce yaşadık. Bunun yanında, bir yanımız da yıkıktır.
* Bir şey hissettim, bilmiyorum doğru mu; burası bir serhat şehri, Edirne de öyle, orada çok nettir hikâye. Balkan Savaşları’ndan beri Yunanistan’a, Bulgaristan’a karşıdır. Burada Rus mirasına karşı şiddetli bir ret yok. Aksine ufaktan ufağa bir saygı var gibi geliyor...
- Bu ‘malumun ilamı’ aslında. Değeri yüklenmek konusunda Kars birtakım şeyleri daha önce de yaşamış. Tarihine baktığınız zaman Rusya’da da Osmanlı’da da önemli bir kent. Çünkü 8 bin yıllık geçmişi olan Ani, Kars’ın bakiyesi. Böyle olunca da Kars’tan beklediğiniz o ana görev, 50 ya da 100 yılda bir kendini yenileyerek hayat buluyor.
* Biz çok araştırma yaparak geldik buraya. Çok kaynak var. Özellikle sosyal medya yürümüş gitmiş. Yorumlar, selfie’ler... Y Kuşağı keşfetmiş fakat bu akşam -sanırım sizin arkadaşlarınızdı- entelektüel bir masaya denk geldik. Kafkas Üniversitesi’nden iki hoca, eşleriyle gelmişler, şarkı söylüyorlar. Ben böyle bir şey görmeyeli herhalde 30 sene olmuştur. Çok yüz vermediler baştan ama sonra sohbet ettik. “Geliyorsunuz buraya, çünkü sosyal medyada keşfedildi. Ama anlıyor musunuz siz nereye geldiğinizi” diyorlar. Böyle bir şey var mı?
- Kesinlikle evet. Onun için “Dokunun” diyorum. Bu kentin asıl değerlerinin içi boşaltılarak yeni değerler manzumesi yaratılmaya çalışılıyor. Aslında sosyal medya buna bir anlamda set çekti. Bu kentin değerlerini yok eden hoyratça davranışın önünü kesti. Bu anlamda sosyal medyanın ya da yeni neslin kara olan özleminin Kars’ı canlı tutacağına inanıyorum. Gerçekten bunun kente bir faydası olacak. Daha 10 yıl önce ‘İnsanlık Anıtı’nı yıktık bu şehirde. Geçen yıl Kars Kalesi’nin eteğindeki, tarihi binyıllara varan değerleri dozerlerle yok ettik. Yani Kars’a bu gelişler, bu yıkıma bir dur demektir. Çok kıymetli ve değerli görüyorum bu gelişleri. Sadece turistik, ekonomiye katkı diye düşünmüyorum. Dünya avuçlarımızda ve biz sosyal medyanın kuvvetiyle dünyanın ne kadar ufak olduğunu kanıtlayacağız. Ne kadar uzaksak bir o kadar da yakın olduğumuzu görüyoruz. Böyle bir durumda bir vazife çıkarmamız gerekiyor. KarsTürkiye’dir, Türkiye Kars’tır.
Çıldır’da iyice ‘Doktor Jivago’ tribine giriyorum.