
Erol Mintaş: ‘Birbirimizi Sevmekten Başka Yol Yok’
Kars'ın Susuz ilçesine bağlı bir köyde büyüyüp, inşaatta çalışmak üzere 13 yaşında İzmir'in yolunu tutan Erol Mintaş, önceki akşam 51. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi İlk Film ödülünün sahibi oldu.
Kars'ın Susuz ilçesine bağlı bir köyde büyüyüp, inşaatta çalışmak üzere 13 yaşında İzmir'in yolunu tutan Erol Mintaş, önceki akşam 51. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi İlk Film ödülünün sahibi oldu.
Yanlış anlaşılmasın, bu “İnşaat işçiliğinden Altın Portakal'a” konulu bir haber değil. İzmir'de hem çalışıp hem okuyan; sonrasında İstanbul'a üniversiteye gelen ve sinemaya adım atan Erol Mintaş, ilk uzun metraj filmi ‘Annemin Şarkısı'nda İstanbul'da yaşayan Kürt bir ana-oğulun hikâyesine ortak ediyor bizi. ‘Annemin Şarkısı' (Klama Dayîka Min), Kürt sorununu şehre taşıyan, slogandan ve beylik söylemlerden uzak, insan hikâyesini öne çıkaran anlatım diliyle Altın Portakal'dan dört ödülle döndü. Antalya'dan önce ‘Saraybosna'nın Kalbi'ni (Saraybosna Film Festivali'nde En İyi Film Ödülü) de kazanan filmin yönetmeni ve senaristi Erol Mintaş, Kürt sorununda her yolun denendiğini, artık tek yolun birbirimizi sevmek, dinlemek ve olduğu gibi kabul etmekten geçtiğini söylüyor.
Hikâye olarak iki kısa filminizin devamı sayabileceğimiz Annemin Şarkısı'nda otobiyografik unsurlar var mı?
Kısmen. 30'larında olan ve İstanbul'da yaşayan bir Kürt kuşak var; yazar, tiyatrocu, sinemacı, müzisyen… Ali'yi yazarken, birçok arkadaşımın hikâyesinden etkilendim. Ali gibi öğretmen birçok arkadaşım var.
Zübeyde Anne'yi nasıl buldunuz? O da mı İstanbul'da yaşıyor?
Diyarbakırlı o. Yıllar önce İstanbul'a taşınmış çocuklarıyla birlikte. Ailesinin büyük bir kısmı Diyarbakır'da. Orada önemli bir Seyda ailesinden.
Annemin Şarkısı, son dönem Kürt sineması içinde nasıl bir yerde duruyor?
Bunu ben söylemeyeyim isterseniz. Başkaları söylerse iyi olur. Ben de merak ediyorum, nereye koyuyorlar acaba?
Kürt sinemasını şehre taşıyan film diyebilir miyiz peki?
Evet. Çünkü ben de kentte yaşayan biri olarak kentli insanların çelişkilerine sahibim. Hatta müzisyen arkadaşlarla espri yaparız, kentin karmaşasında yaşayıp da hâlâ ‘Berivan' şarkısını söylemek ne kadar doğru diye… Bu anlamda bizde de dönüşüm yaşanıyor.
Köyden kente göç, son 30 yıldır Türkiye'nin hemen her bölgesine mensup insanın, kuşakların boğuştuğu bir mesele. Bunun üzerine bir de Kürt sorununun izlerini taşıyan sizin kuşak için bu süreç nasıl geçti, geçiyor?
Bence bundan sonra artık köyleri özendirmek lazım. Şehirlerde nefes almak çok zor. Vaktinde, insanlar şehirlere çok özendirildi. Kürtlerin buna ek olarak yaşadığı bir de savaş vardı. Savaştan kaçan insanlar şehirlere sığındı. Bu saatten sonra köye dönmek isteyen insanların önünü açmak gerekir. Bu mevzuda birçok şey denendi ve olmuyor. Artık bir tek yol var, birbirimizi sevmek, birbirimizi dinlemek. Birbirimizin derdini anlamalıyız artık…
Gelinen noktada, birbirimizi anlama yolunda neredeyiz sizce?
Zor bir durum. Birçok önyargı taşları döşenmiş bir yoldan yürüyoruz, dikenli bir yol. Son yüzyılda aramıza önyargı taşları ve sınırları konuldu. Ben Karslı biri olarak bu sınırlara inanmıyorum. Bizim köy ile Türkmen köyü arasında 2 km vardı ama halklar arasında bir sorun olmadı. Bu tamamıyla iktidar ve ideoloji sorunu. Fakat bazı şeylerin isimlerinin net bir şekilde koyulması gerekiyor artık.
Sınırlar çizilirse mi daha iyi olur, bir arada kalınırsa mı?
Ben sınırlara inanmıyorum. Ama ben seni kendime benzeteceğim anlayışı da değişmeli. Sınırlardan ziyade, birbirimizi olduğumuz gibi kabul etmeliyiz.
Babamın Sesi, Gelecek Uzun Sürer, Sesime Gel ve şimdi de Annemin Şarkısı filmlerinde Kürt sorununun ‘ses' üzerinden anlatılması tesadüf mü?
Bu, bilinçaltıyla ilgili. Hepimizin ortak yaşadığı şeyler var. Ben hikâyemi yazdığımda bu filmler çıkmamıştı. Sonra şunu fark ettim; hepimizin ses ile şarkıyla derdi var. Kürtlerde sözlü kültür ön planda 90'lara kadar. Günümüzde yazarlar, tiyatrolar ve şarkıcılar var ve sinemacılar.
En İyi Film seçildiğiniz Saraybosna'da nasıl karşılandı film?
İnsanların tepkileri ve sektörden insanların yorumları çok güzeldi. Zaten Saraybosna'daki halk da anlatılan hikâyeyle özdeşlik kurdu.
Ödül töreninde yaşanan ‘Türkiye sineması' tartışmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu bir kuşağın takıntısı. Ertem Hoca'nın kendisi de “1994'e kadar…” dedi zaten. Dolayısıyla sonrası yeni bir sinemaya işaret ediyor. Benim açımdan 2000 öncesi Türk sinemasıydı, şimdi ben Türkiye sineması diyorum. Çünkü biz artık, sadece Kürtleri değil, bu topraklarda yaşayan herkesi kucaklayan bir ülke hayal ediyoruz. Onun sineması da böyle olmalı. Bu topraklar, hoşgörünün toprakları. Ama hoşgörü, eleştiriye kapalı olmak demek değildir. Zaten eleştiri, hoşgörünün olduğu yerde filizlenebilir. Yine de Ertem Göreç, hocamızdır; bir şey demeyelim.
Zaman | Ali Koca
HABERE YORUM KAT